Çocukken bir arkadaşımızla kavga ettiğimizde veya anlaşamadığımızda ona küserdik, ya da o bize küserdi. Küsmek özellikle bizim toplumumuzda neredeyse bir hastalık gibidir. Yaşı oldukça büyük insanlar bile birbiriyle küserler ve belki de konuşarak halledebilecekleri çok küçük mevzuları bile kocaman bir olay haline getirirler. Hatta bu durum büyüdükçe daha tuhaf bir hale gelir. En azından çocukken birkaç saat ya da birkaç gün geçtikten sonra barışırdık. Çevremizdeki insanlar sınırlıydı ve oynayacak birileri yoksa hayat çok sıkıcı olurdu. Ayrıca çocuklar çok travmatik bir olay olmadığı sürece kolayca unuturlar. Buna en iyi örneklerden biri kardeş kavgasıdır. Kardeş ya da arkadaş olsun, zaman zaman araya büyükler girer ve barıştırırdı. Büyüdükçe artan sözüm ona şerefimiz bizi anlaşmaktan daha da alıkoyar oldu. Bu, birçok batılının anlayamadığı bir şeydir. Onlara göre bu kadar gururun hiç gereği yoktur, dolayısıyla bizim ilişkilerimizi değerlendirirken bu kısmı anlayamazlar. Ancak onların genel olarak ilişkileri de bize çok yavan ve sığ gelir. Bu, biraz da kültür meselesidir. Tüm bunları söylemekle birlikte, aslında sosyolojik bir araştırma ve değerlendirme peşinde değilim. İster batılı ister doğulu olsun, herkeste olabilen bir sorundan söz etmek istiyorum: yüreğimizdeki gizli küskünlük.
Bir Türk olarak yetişkin insanların küsmesini anlamakta ben bile zorlanıyorum. Benim için 18 yaşından sonra bu olay artık çocuk eylemi olarak kalmış ve mümkün mertebe lügatimden çıkarmıştım. Mümkün mertebe diyorum, çünkü hayatımdan çıkarmak zorunda kaldığım insanlar da oldu. Bazen de onlar beni çıkarttı. Ancak hiçbir zaman onlara küstüğümü düşünmedim. Yani bir şekilde gelseler ya da karşılaşsak yine konuşurum. Özellikle de özür dileyen birini hiç geri çevirmem. Ama fark etmediğim bir şey yapmışım bunca zaman. Bazılarına yüreğimde küsmüşüm. Onların değerleri ve anlamları benim için hiçbir zaman eski yerine oturmayacak kadar zedelenmiş. Bunu kısmen hissetsem de adlandırmam beni hayrete düşürdü. İçten içe insanlara karşı bu kadar büyük bir kırgınlığım olduğunu bilmiyordum. Bir şeylerin üzerini örtsem de şifa almadığım için adeta kanayan bir yaraya dönüşmüş bunlar. Hatta sadece kişilere değil, hayatın ta kendisine bile oldukça kızgın ve kırgınım.
Keşke fark ettiğim küskünlük bu kadarla bitseydi… En kötüsü de Tanrı’ya küskün olduğumu fark ettim. Daha da tuhafı, Tanrı’nın da bana küskün olduğunu düşündüğümü fark ettim. Kutsal Kitap, Tanrı’ya karşı hissettiklerimizle insanlara karşı hissettiklerimiz arasında ilginç bir bağ kuruyor. Bu bağ sadece hissettiklerimizi değil, düşündüklerimizi, eylemlerimizi ve tutumlarımızı da kapsıyor. Birçoğunun düşündüğü gibi ‘imanın kimde olduğunu belli olmaz’ demiyor Kutsal Kitap. Aksine iman ve sevginin göründüğünden ve hissedildiğinden söz ediyor. Burada söylemek istediğim şey, başkalarının bizim hakkımızdaki her görüşünün veya söylediğinin doğru olduğu değil. İnsan yüreğini az çok bilir ve içinde neler taşıdığını da öyle ya da böyle hisseder. Bazen görüneni sadece Tanrı ve biz görürüz. Sadece Tanrı’nın görmesi bile yeterlidir. Yine de insanlara karşı düşüncelerimiz ve tavırlarımızla Tanrı’ya karşı düşüncelerimiz ve tavırlarımız arasında bir bağ var.
İşte ben de hem kendime hem de başkalarına karşı hissettiklerimi Tanrı’ya yansıtmışım. Kendimce başarılı hissettiğimde iyi birisiyim, hissetmediğimde değilim. Bir gün oldukça iyi birisiyken başka bir gün dünyanın en kötü insanı olduğumu düşünebilirim. Aynı şeyi başkalarına da yapıyorum. Bana ‘iyi’ davrandıklarında, yani istediğim gibi davrandıklarında onların çok iyi olduğunu düşünüyorum ama istemediğim bir şey olduğunda hemen onlara karşı kötü düşünceler üretmeye başlıyorum. Zaman zaman haksızlığa uğradığım ve yanlış muamele gördüğüm bir gerçek. Ama bunlar için içerlemek yerine önce Tanrı’yla dertleşip sonra o kişilerle konuşmam daha doğru olmaz mı? İşin doğrusu, birçok kez konuşmayı denedim; bazen işe yaradı, bazen yaramadı. Ama en önemlisi Tanrı’yla bunu konuştum mu? O’nun düşüncelerini merak ettim mi? O’nun tesellisini aradım mı? Çoğu zaman hayır… Çünkü Tanrı’ya küsmüşüm de ondan! Bu durumlara izin verdiği için, beni ateşten geçirdiği için, bazen dualarıma yanıt vermediği için, hatta yanıt verip vermemesini beklemeden bile O’na karşı önyargılı olmuşum, kızmışım, kırılmışım, gücenmişim, yani küsmüşüm.
Daha önce de değindiğim gibi O’nun da bana küstüğünü düşünmüşüm. Yaptığım hataları tekrar tekrar aklından geçirdiğini, bunları yüzüme vurduğunu, beni artık eskisi gibi sevmediğini zannetmişim. Yani kendim neysem onu Tanrı zannetmişim.
Halbuki bundan sekiz sene önce, yine kötü bir durumdayken – aslında Tanrı’yı tanımadığım için çok çok daha kötü bir durumdayken – O’na yakaran, her gün O’nu arayan da ben değil miydim?! O korkunç ve umutsuz durumdayken bana kendisini açıklasın diye yalvaran ve gerçekleştiğinde havalara uçan ben değil miydim?! O zaman da bir sürü sıkıntım vardı, hallolmamış birçok problemim vardı, zaman zaman yaşamak bile istemiyordum. Tek bir isteğim vardı: O. Peki, ne oldu? Tanrı değişti mi? Biliyoruz ki bu imkânsız. O değişmez! Değişen benim! O’nu artık aramayan, O’nu artık özlemeyen, sıkıntımda O’na koşmayan benim!... İnsan elde edince kıymetini bilmezmiş ya, tam da öyle. Nasıl olsa biliyorum değil mi… birçok şey öğrendim, birçok şey yaptım… güya büyüdüm, bilge oldum değil mi…
Kutsal Kitap Tanrı’yla dertleşenler ve her durumda O’na güvenenler konusunda bize bir hayli örnek sunuyor. Bu kişiler bilgeliklerinden hiçbir şey kaybetmiyorlar, asıl gururlular bilgelikten mahrum kalıyorlar. Mezmurlar kitabının bir kısmı neredeyse tamamen dertleşmeye ayrılmış gibi. Hatta bazen Tanrı’ya karşı hayal kırıklıklarını bile dürüstçe dile getirmişler. En büyük örneğimiz olan İsa Mesih dahi çarmıha gitmeden önce içinde sıkıntı duydu ve bunu açıkça dile getirdi. Ama hiçbir zaman, başından geçecek korkunç olaylara rağmen Baba Tanrı’ya küsmedi. Aksine sonuna dek hem O’nu hem de insanları sevmeye devam etti. Üstelik sonuna kadar O’na güvendi. O halde ben kim oluyorum da Tanrı’ya içerleyip O’nunla konuşmayı reddediyorum!! Yani esas mesele ne hissettiğimiz değil, çünkü hissetmek normal; mesele gururumuzla yüreğimizi nasırlaştırmak.
İşte, kültürle doğrudan ilişkisi olmayan, belki de dünyanın her yerindeki imanlıların yaşayabileceği küskünlük bu. Tabiri caizse, hayatımın en büyük tövbe konusu herhalde budur. Benim gibi hissediyorsanız, sizi de yüreğinizi yoklamaya davet ediyorum. ‘Peki, çözüm ne’ diye sorabilirsiniz. Çözüm farklı değil. Yeni bir metot değil. On adım değil. Her zamanki gibi çözüm Tanrı’nın Kendisi. Yani Tanrı’ya gitmek, her şeye rağmen O’nu sevmek, O’na güvenmekten geçiyor çözüm. Mezmurlar’daki gibi O’na yakarmak, O’nunla dertleşmek, O’nu aramak. Hiçbir zaman, hiçbir durumda O’nun değişmediğini unutmamak, bize küsmeyeceğini bilmek ve bu sevgisinden ötürü elinden geldiğince O’na itaat etmek. İsa Mesih’in deyişiyle “O’NDA KALMAK”
Bende kalın, ben de sizde kalayım. Çubuk asmada kalmazsa kendiliğinden meyve veremez. Bunun gibi, siz de bende kalmazsanız meyve veremezsiniz… Baba’nın beni sevdiği gibi, ben de sizi sevdim. Benim sevgimde kalın. Eğer buyruklarımı yerine getirirseniz sevgimde kalırsınız, tıpkı benim de Babam’ın buyruklarını yerine getirdiğim ve sevgisinde kaldığım gibi... – Yuhanna 15:4, 9-10
Bu mazlum yakardı, RAB duydu, bütün sıkıntılarından kurtardı onu. RAB’bin meleği O’ndan korkanların çevresine ordugah kurar, kurtarır onları. Tadın da görün, RAB ne iyidir, ne mutlu O’na sığınan adama! – Mezmur 34:6-8
Ücretsiz Kitap
Sevgili ziyaretçimiz. Tanri.org içerikleri Hristiyan bakış açısına ve İncil temellerine göre irdelenmiştir. Hristiyan bakış açısının temel kaynağı İncil'dir ve eğer siz de kargo dahil tamamen ücretsiz bir İncil ya da Hristiyan bakış açısına dair farklı kitaplar almak isterseniz aşağıdaki linkten bir form doldurmanız yeterli olacaktır.
İncil ve kitap gönderme hizmeti, tamamen ücretsiz olarak kutsalkitap.org tarafından yapılmaktadır. Bu hizmetlerinden dolayı teşekkürlerimizi sunarız.